13 Eylül 2015 Pazar

Çanakkale-İzmir Turumdan hafızamda kalanlar..

Evet, şimdi başlıyorum hatırımda kalanları ufaktan yazmaya.. Aslında gün gün bunları yazsaydım çok daha şey yazabilirdim diye düşünüyorum, ancak yine de yazabilmek benim için büyük başarı.. Yazı yazma yeteneğim diğer yeteneklerimden çok daha alt seviyede. Keyifli ve iyi okumalar!

Bilet almak için Silivri Otogarına gittim.. Otagara geldiğimde ise ilk olarak bilet için Truva'ya girdim. Genelde gideceğim şehirlerin kendi firmaları ile o şehire gitmeyi tercih ediyorum. Truva'ya bileti sorduğumda şu saatlerde var dediler. Ama benim bisikletim var yanımda deyince, onu belki almazlar bilmiyoruz dediler. Bende riske girmedim ve peki almıyorum o zaman bilet diyerek çıktım oradan. Yazının devamında da göreceğiniz üzere bir daha Truva'ya adım atmayacağımı anlayacaksınız. Sonrasında ise mecburiyetten katil otobüs firması Metro'ya yöneldim, bilet saatlerini sordum daha sonra bisikletim var dedim, alırız sorun olmaz dediler ve gece 1'e bileti aldım. Bileti aldıktan sonra Öner abilerin dükkanına Powerbank'ı almak için gittim. Orada bir süre oturduk sohbet ettik. Oradan çıktıktan sonra Serhat Uslu'dan çadır ve tulumu almak için evine gittim. Tulum ve Çadır da tamamdı artık. Eve döndüm, hemen götüreceğim malzemeleri çantaya koydum ve saat 00:30'da yola koyuldum. Otobüs tam 1'de geldi. Ve bisikleti "hiç bisiklette mi var demeden" bagaja yükledik ve yolculuk başladı.. İlk başlarda uyuyamam diye düşünüyordum, tuhaf bir heyecan vardı. İzmir'i, Asos'u ve Bozcaada'yı düşünüyordum. Nasıl insanlarla karşılaşacağımı düşünüyordum.. Ama saatler geçtikçe uykuya yenik düştüm. İyiki uyumuşum çok dinçtim indiğimde.. Sabah 6 gibi Çanakkale Otogar'ında indim.. Bisikleti aldım ön tekeri taktım. Biraz uğraştırdı, çünkü hidrolik frenli bisikletin daha önce hiç tekerini çıkartıp takmamıştım. Ama biraz zorlasa da bunu başardım. Üzerimi değiştim bir tuvalette. Ve yolculuğun asıl pedal çevirme kısmı başlıyordu benim için.. Ve çok güzel anlara artık ramak kalmıştı...
Ve bindim bisiklete, başladım pedal çevirmeye. Hızla pedal çeviriyorum, baktım hava biraz serin aldım montumu üzerime. Zaten antibiyotik kullanıyordum, hasta hasta yola çıkmıştım.. Ve biraz pedalladıktan sonra sağda bir tabela; Çanakkale...
Resim çektikten sonra devam ettim pedallamaya, az ilerde güzel bir tırmanış beni bekliyordu. Ve tırmanmaya başladım sağımda inanılmaz bir manzara vardı, tırmanışlarda kesinlikle durmam ama bu sefer başkaydı. Bu performans sürüşü değildi. Ve durup hemen resimler çekmeye başladım. Gerçekten çok güzel bir manzara vardı..
Resim çektikten sonra tekrar devam ettim pedallamaya, bir benzinlik gördüm sağ tarafta. Benzinlikte bir kişi vardı. Oraya girip rota hakkında bir kaç soru sordum. Ve iyiki orada durup soru sormuşum. Çünkü Truva'ya giden yolu bu sayede kestirmeden halletmiş oldum ve sağımda solumda domates, biber ve patlıcan tarlalarının arasından geçmek kısmet olmayacaktı :) Yediğim en güzel domatesler bu tarlalardaydı.. Biraz kırmızı domates bulmak zor oldu ama biraz arayınca yeterince bulup yiyebildim. Truva'ya doğru yola koyuldum, çok geçmeden Truva'ya vardım. Bir kaç resim çektim ancak içeriye girmedim. 20 tl vermeyi düşünmedim. :)
Truva'da resim çektikten sonra geri dönmeye başladım, bir yol vardı Strava'da sahile iniyor gibi gösteriyordu. O yola doğru girdim ve bir köy içinden geçiyordum. Sol tarafta bir kahvehane gördüm. Dinlenmek için kahvehaneye girdim. Bir amca masasına davet etti, uzunca sohbet ettik. Adı Muzaffer idi amcanın. Amcaya rotamı anlattım ve kesinlikle görmem gereken yerleri bana tek tek söyledi. Kendisi de her yaz bana anlattığı rotayı ve anlattığı rotaya ek olarak Karadeniz turu yapıyormuş, tabi arabayla. Arabasını değiştirmek istediğini söyledi. Doblo'su vardı sanırım Caravelle alacakmış. Çay içiyoruz biri bitiyor birisi geliyor. Çaycı amca biraz yaşlı ve unutkandı ama bizim çayları hep önce getiriyordu. Muzaffer amcanın oturduğu masanın yerinde eskiden kendisinin berber dükkanı varmış, oturduğu yere ondan başkası oturmazmış. 35 yıl bu oturduğum masanın yerinde berberlik yaptım dedi. Artık emekliyim ve her yaz geziyorum eşimle dedi. Tevfikiye köyünde yaşıyormuş hep. Köyde Romanlar da yaşıyordu. Birçoğu kahvehanede iş bekliyorlardı.. Sonra çaycı geldi ücreti vermek için fiyatı sordum, Muzaffer amca ücreti hallettiğini söyledi çaycı amcada misafirsin sen, senden kimse para almaz dedi, çaycı amcaya ve Muzaffer amcaya teşekkür ettim, selamlaştık iyi yolculuklar dilediler ve yola koyuldum. Muzaffer amcanın söylediği rotayı kafama yazmıştım unutursam diye telefona not almıştım ne olur ne olmaz diye de... Bir yola girdim bahsettiği yol çok bozuk yol ama çok hoşuma gitti nedense, sağlı sollu tarlalar, incir ağaçları, kavunlar. İncir ve kavunları görünce tabi tadamadan edemedim. Bozuk yola rağmen hiç bir sıkıntı yaşamadım. Yaşasın kalın tekerler :) 
Bozuk yoldan sonra Taştepe adlı bir köyün yoluna geldim yollar düzgündü artık asfaltta sürme zamanıydı. Geyikli'ye 25-30 km kadar bir mesafe kalmıştı. Taştepe-Pınarbaşı-Mahmudiye-Üvecik-Kumburun-Çamoba üzerinden Geyikli'ye vardım.
Geyikli plajına indim. Orada Bomba yedim. Tabi Çanakkale'deki Bombacı Hasan'ın Bombası gibi güzel değildi.. :) Bu arada bütün elektronik aletleri hemen şarja taktım. Biraz bekledikten sonra, hesabı ödedim ve garsona Bozcaada Feribot saatlerini sordum. 45 geçe kalkıyor dedi saate baktım 3 dakika var. Hemen hızlı bir şekilde pedalladım bileti aldım ve Feribota son anda da olsa binmeyi başardım, yoksa 45 dakika boştan yere beklemek zorunda kalacaktım.
Feribot yolculuğu 32 dakika civarında sürdü.. Feribottan indikten sonra bir bisikletli görmüştüm Salcano Cyclocross'lu. Daha sonra ben devam ettim bir yere girdim, Paşalı Çorba diye bir yer, orada bir amca vardı ve bamiye ayıtlıyordu. O amcaya sordum sağ yoldan mı sol yoldan mı gideyim en güzel manzaralar nerede diye. O da bana kendisinin fikri olarak sol taraftan gitmemin daha iyi olacağını söyledi. Ve gezilecek her yeri ve yolları tek tek anlattı. Üstüne birde harita verdi. Amca sayesinde güzel çekimler yaptım...
Bozcaada'da muazzam koylar vardı. Hepsi birbirinden güzeldi. Fakat herkes bir koya odaklanmış ve orada yüzüyorlardı. Sürü psikolojisi sanırım bu :D Bozcaada'da üzüm yemeden olmaz dedim ve bir tarlaya daldım.. Güzellerdi, çok güzellerdi. İstanbul'da böyle üzüm vardı da biz mi yemedik? Paşalı Çorbacıdaki amca iyiki suyunu falan çok al yanına bulamazsın oralarda demişti. Bende öyle yapmıştım bol bol sıvı almıştım yanıma. Az olsaydı suyum büyük sıkıntılar çekebilirdim :) Feribottan indikten sonra gördüğüm bisikletli abi ile adayı turlamak için çıktığımda karşılaşmıştım tekrar, lastiği patlamış ve onunla uğraşıyordu. İç lastik vb. alet olup olmadığını sordum her şeyin olduğunu söyledi. Sonra kolay gelsin dedim ve yolculuğa devam ettim. Her gördüğüm yer heyecanımı daha da artırıyordu. Her koy, her uçurum inanılmaz manzaralar gösteriyordu bana. Gözlerim bayram etmişti tam olarak böyle diyebilirim. Bütün koylara neredeyse indim, adanın her yerini karış karış dolaştım diyebilirim. Karaya oturmuş olan gemi çevresi de inanılmazdı. Yükseklik korkum vardı buna rağmen resimlerini çekmeye çalıştım. Becerebildim diye düşünüyorum.
Oradan çıktıktan sonra kamp alanlarının olduğu yerden geçtim ve orada bisikletli abi ile tekrar karşılaştım. Adı Oğuz'du. Onunla adayı kaldığımız yerden turladık sohbet ede ede.. Rüzgar güllerinin oraya giriş yasaktı, keşke izin olsaydı da sonuna kadar gidebilseydik.. Ada'daki tek pişmanlığım buydu.
Ada'nın merkezine doğru indik, merkezde tekrar Paşalı Çorbacıdaki amcanın yanına gittim. Bana "çok çabuk dolaştın bisikletle tebrik ederim ben daha geç bitireceğini düşündüm" dedi. Sonra son kez merkezde gezilecek yerleri sorduk, o da bize Rum mahallesi ve bir kaç tepe noktadan görünecek manzaraları söyledi ve oralarda harika çekimler yaptık..
İyiki Paşalı'daki amcaya sormuşum bu yerleri. Çok ilgiliydi ve sıkılmadan dakikalarca anlattı. Artık ada'dan dönüş vaktiydi.. Oğuz abi ile yemek yemeyi planlıyorduk, ancak ada inanılmaz pahalı. Bizde feribottan indikten sonra Dalyan tarafına doğru pedalladık, yolda bir çift gördük onlara sorduk ve onlar bir liman adından bahsettiler orada yemek için çok uygun yerler olduğunu söylediler. Bizde oraya gittik ve gerçekten uygun fiyata ve gerçekten doyana kadar yemeğimizi yedik. Sonra Oğuz abiden ayrıldım ve kamp yapmayı planladığım alana doğru pedallamaya başladım. (Bu arada lastik patladığında Oğuz abiye durumu anlatmıştım o da mesaj atmış gelip yardım edebilirim diye.) Yolda bir turcu abiyle karşılaştım, adı İrfan idi. Konuştuk bana muhakkak girmem gereken yerleri söyledi oraları da ziyaret ettim. Sayesinde gün batımını bir kemer üzerinde geçirdim, muazzamdı.
Herşey çok güzel giderken, tam artık son nokta hızda pedal çevirirken birden arka tarafın sarsıldığını hissettim, baktım ki lastik patlamış. Neyse dedim 5 dakika uğraşırım ama hallederim diye düşünüyordum. Ancak çantalara baktığımda ne pompa, ne levye, ne de yama takımım hiç birisinin poşeti yoktu. O an ne yapacağım şimdi diye düşünmeye başladım. Ya otobüste düşürdüm ya da bir yerde düştü diye düşünüyordum. Hava kararmıştı, az ilerde bir ışık vardı. Oraya doğru yöneldim, baktım bir kadın, çocukları ve bir adam vardı, arkalarında da bir köylü. Lastiğim patladı dedim, anlattım olanları. Bahsettiğim kişi öğretmenmiş ve köylü amcayı tanıyormuş çok iyi birisidir sana yardımcı olur dedi. Bana güven sağladılar ve köylü amcada ister kamp yerine ister evine gidebileceğimizi söyledi. Yarın sabah erkenden lastiğini yaptırırız dedi, ama kamp yerinde nasıl olur bilmiyorum dedi. Alemşah köyüne doğru yola çıktık. Amcanın adı Ender idi. Çok iyi bir amcaydı gerçekten. Böyle bir zamanda böyle iyi bir insan bulmak gerçekten çok büyük şanstı benim için. Amca ile Alemşah köyüne gittik, evini gösterdi 2 evi vardı birisinde oğlu, gelini ve torunları diğerinde ise kendisi kalıyormuş. Kendi kaldığı evin anahtarını bana verdi. Oğlu, gelini ve torunu geldi inanılmaz güzel karşıladılar beni. Hemen yemek hazırladılar, çok acıkmıştım ve müthiş bir akşam yemeği yedik. Yemekten sonra Ender amca ile traktörüyle ineklerine yem ve su vermeye gittik.
Birde süt sağdı makine ile. İneklerini tarlada besliyordu. Ben böyle daha rahatım, tezek temizlemem falan dedi. Diğer yöntemlere göre, gerçektende kolay olduğunu söylüyordu. Tekrar eve geldik, Ender amcanın 2 motorbisikleti vardı. "Bana diyor sen biliyor musun sürmeyi? Bilmiyorsan da öğretirim." Hatta sana birisini vereyim sen bu motorla gez bisikletle yorulma dedi. Burada 1 ay kal her gün çık gez dolaş akşam gel buraya, ben misafir severim dedi. Sonra motora bindik Tavaklı köyüne gittik o köyde oturduk çay içtik, güzel köydü. Köyde düğün vardı köydeki bütün kadınlar düğündeydi bir tane erkek görmedim. Daha sonra tekrar Alemşah köyüne doğru yola çıktık. Eve vardık Ender amcanın torunları Ender Can ve diğerinin adını yine unuttum beni çaya davet ettiler, gittim çay içtik. Ender amca nohut kavurdu leblebi gibi bir şey yaptı, çok güzeldi ondan yedik.
Ve sonra ilaçlarımı içtim saat 22:40 gibi Ender amca hasta olduğumu öğrenince çok üzüldü. Amca dedim ciddi bir şey değil, ama yine de çok üzüldü. Kendisi maşallah turp gibiydi. Hiç hap bile içmemiş bu yaşına kadar. Artık uyku vakti yaklaşıyordu. Ben eve gittim ve yatağa girdim, sabah 7 gibi uyandım ve Ender Can beni çağırdı kahvaltı yaptık hep beraber. Diğer köyler 9-10 arası işe başlarmış. Bende bu arada arka lastiği bisikletten çıkartım. Lastikçinin açılmasını bekledik, ve saat geldiğinde motorbisiklet ile Akçakeçili köyüne gittik lastiği tamir ettirdik. Artık köyden ayrılma zamanı gelmişti. Hazırlandım, bisikleti yıkadım. Ender amcalar ise oğlu ve gelinini alıp domates toplamaya gittiler. Bende onlardan sonra yola koyuldum.
İlk durağım Tuzla diye bir köy oldu, tamir malzemelerim kaybolduğu için hemen bir iç lastik aldım köyden, 27,5 iç lastik bulamadım ama 26 buldum. Genelde köylerde 26 iç lastik oluyor üzerini bulmak çok zor oluyor. İç lastiği aldıktan sonra hemen yola koyuldum, hedefim kıyıları gezip Asos'a inmek idi :) Gülpınar'a geldim orada Antik Apollon Smintheion vardı, oraya girdim resimler çektim. 
Antik Apollon Smintheion'dan çıktıktan sonra Babakale'ye doğru yola koyuldum, inanılmaz manzaralar vardı. Bol bol resimler çektim... 
Babakale'ye doğru inerken bir motorlu ile karşılaştım, arkadan araç geldiği için limanda görüşürüz demiştim, ancak limanda buluşamadık köy çıkışında buluşabildik.
Eski oturduğumuz yere yakın bir yerde yaşıyormuş bayağı bir sohbet ettik. Abdullah abiyle bol bol maceralar yaşayacaktık ilerleyen günlerde.. Babakale limana kadar indim hoş bir yerdi ancak gördüğüm diğer yerler kadar etkilemedi ama bunun dönüş yolununda etkisi olduğu için olabilir.
Tırman tırman tırman yollar bitmiyor. Birileri gel götürelim seni dedi ama ben istemedim. Ama yolu tırmandıktan sonra keşke kabul etseydim diye düşündüm. :) Abdullah abiyle numaralarımızı almıştık, ben ona muhakkak Asos'ta kamp yapmasını söylemiştim hatta orada yapacaksa birlikte kamp yapabileceğimizi söylemiştim. Ve öyle de oldu, muazzam bir mekanda kamp yaptık. Tabi kampa gelmeden önce, Gülpınar köyünden çıkıştan itibaren inanılmaz bir rüzgara karşı pedal çevirdim. Ben böyle rüzgar hayatımda görmedim. Çok hızlı esiyordu. Bir yerde çeşme gördüm durakladım. Balıkesirli bir amca ve kardeşleri vardı. Su dolduruyorlardı. Beni görünce hemen doldurabileceğimi söylediler, bende hemen mataraları doldurdum ve bu arada sohbet ettik. Dikkatli olmamı söylediler. Hatta bir yere inmemi söylediler ancak saat geç olacağı için dedikleri yeri ziyaret edemedim. Amca bana söylediği yer için böyle demişti; "Sanki Gökova Körfezine yukarıdan inerken gibi hissediyorum." Geçtiğim köyler çok güzeldi, Midilli manzaralı bol rüzgarlı muazzam güzel köylerdi, ağaç pek yoktu. Keçiler vardı sanırım bu köylerde.
Çeşmede durakladığımda sohbet ettiğim Balıkesirli amcalar ile Balabanlı köyünde karşılaştım, davet ettiler çay içtik. Biraz bekledikten sonra yine pedallamaya başladım. Artık Asos'a çok az kalmıştı. Heyecanım artmıştı. Sonunda kavuşuyordum Asos'a. Ve muhteşem bir iniş eşliğinde aynı zamanda inanılmaz bir manzara ile Asos'a son tırmanışa vardım, tırmanışı tamamladım ve artık Asos'a ulaşmıştım, artık kamp için yer arıyordum. Abdullah abiyle konuştum ve kamp yeri bulduğunu söyledi. Bende Antik Tiyatro'nun altındaki kamp yerlerine inecektim bakmak için. Ancak oraya inmeye gerek kalmadan Midilli'nin görkemli görüntüsü eşliğinde inanılmaz güzel resimler çektim ve güneşi batırdım. Kamp yapacağımız Kadırga koyuna doğru pedallamaya başladım. 
Ve artık Kadırga koyuna ulaşmıştım. Gerçekten çok etkileyici hoş bir yerdi, çok sessiz bir yerdi. Sessizliği sevdiğim için özellikle hoşuma gitti diye düşünüyorum. Tabi karşımda Midilli'nin olması ise aslında benim için yeterliydi. Kamp alanına vardıktan sonra, hemen duş aldım ve akşam yemeğini yedik. Çok acıkmıştım. Son 12 km beni gerçekten zorlamıştı. Hala kulaklarımda rüzgarın çılgın sesi... Yemek yedikten sonra biraz internete göz attım ve artık uyku vaktim gelmişti... 
Sabah erkenden kalkıp kahvaltı yaptık.. Hastaydım denize girmeyi pek düşünmüyordum, ancak Asos'un muhteşem suyuna girmeden yapamadım. Denize girdik. İnanılmaz güzeldi.
Ve artık Asos'a veda etmenin zamanı gelmişti. Hedefim Cunda'ya gitmekti.. Ve yola koyuldum. Yaklaşık 105 km yolum vardı. Yine güzel manzaralar eşliğinde ilerliyordum. Bir yerde resim çekmek için durdum, durduğum yerde yaşlı teyzeler vardı. Bir tanesi kolumdaki Kemal Atatürk imzasını gördü ve beni tebrik etti, biraz sohbet ettik teyze ile. Daha sonra bana meyve ikram etti. Ve ben tekrar Cunda'ya doğru yola koyulmak üzere, onlara hoşçakalın dedim...
Güzel resimler çekmeye çalıştım. Artık deniz seviyesinde pedal çeviriyordum. Altınoluk'ta mola verip bir şeyler atıştırdıktan sonra yola koyuldum, Altınloluk'tan çıkar çıkmaz lanet bir rüzgarla karşılaştım. Çok zorladı beni o rüzgar. Akçay'a gelene kadar bitmedi. Akçay tabelasını görür görmez hemen içeriye girdim ve Zeytinli üzerinden Burhaniye'ye kadar gittim. Eskiden bu yolu çok kullanmıştım, yollar bayağı bir bozulmuş. Ayvalık'a artık tek tük ufak tırmanışlar kalmıştı Ören'de idim. 22 km boyunca 40 dakika 31 ortalama ile pedal çevirdim. Ve Ayvalık'a ulaştım...
Ayvalık tabelasını gördüm, görür görmez bir arı sol omzuma kondu ve hoş geldin hediyesi olarak iğnesini bıraktı. :) Ama hızlı davranıp çıkarttım iğneyi. Pek zehir bırakamadı şişik bile olmadı.. Ayvalık'a girince sanki küçük İstanbul'daymışım gibi hissettim, karmaşık bir trafik vardı. Zaten Ayvalık'ı pek beğenmiyorum Cunda hatırına her şey.. Cunda adasına doğru yöneldim. Girişte otoparklar vardı orada 2 kişi ile karşılaştım, otoparkçılarmış. Onlara kamp yeri sordum ve Ada Camping'i söylediler, Abdullah abi ile oraya gittik ve çadırı kurduk.
Çadır kurduktan biraz sonra Tuğba abla ile tanıştık, bizi şarap içmeye davet etmişti ancak çok açtık, ve yemek yemek zorundaydık. Yemek için Cunda'ya indik Adamis adlı bir ev yemeği yapan yere gittik. Abdullah abi daha önce orada yemek yemiş ve çok beğenmiş. Aynı şekilde bende acayip beğendim yemekleri ve mekanı. Sahibi kadın çok güzel yemekler yapıyordu... Yemek yedikten sonra adada turlamaya başladık, bir baktım maç var. Gün kavramımı yitirmiştim tamamen, hemde Fenerimin maçı var. Skor 1-0 idi. Maça 2 dakika baktım ve 2-0 oldu. Yaşa Fenerbahçe! Sonra kamp alanına döndük, biraz plajda turladık çok yorgunduk ve uyuduk. Erkenden kalkıp kahvaltı yaptık, resimler çektik yürüyüş yaptık.
Çok deniz kestanesi vardı, orada kalanların temizlediği bir bölgeden denize girdik. Çok güzeldi, biraz soğuktu ama girince alışıyor insan :) Denizde bir oturma yeri vardı. Orada bir emekli öğretmen ile sohbet ettik. Öğretmen amca bayağı bir siyaset anlattı, konuştu konuştu dinledik. Denizden çıktıktan sonra normalde tek gün kalacaktık ama bu yerin inanılmaz güzelliği karşısında tek gün yetmez diye düşündük ve bir gün daha kaldık. İyiki kalmışız.. Akşam yine yemek için Adamis'e gitmiştik, daha sonra güneşi batırmak için İstanbulluların uğrak yeri olan Şeytan Sofrası'na doğru yola çıkmıştık. Şeytan Sofrasına giden yolda bir koy vardı çok beğeniyordum orayı, ancak gördüm ki pis kokmaya başlamış ve etrafı değişmeye başlamış. Bu bende hayal kırıklığı yarattı... Şeytan Sofrasına vardık, ancak güneşi 5 dakika ile kaçırmıştık. Güneş battıktan sonra herkes karınca sürüsü gibi terketti Şeytan Sofrasını :D Tabi bizde rahat rahat resimler çektik.
İyiki Ada camping de kamp yapmışız, gerçekten çok çok çok güzel görüntüler yakaladık. Harika bir havası vardı. Zaten bu yüzden 2 gün kaldık orada... Çok hoş bir yerdi, iyiki görmüşüm.. Benim için inanılmaz güzel oldu.
Artık veda vaktiydi Cunda'ya zor bir veda olacaktı. Çok daha zordu buradan ayrılmak. Ama İzmir'e gitmem gerekliydi ve Abdullah abiyle helalleştik, yine konuştuk Foça'da kamp yaparsa bende oraya gelebileceğimi söyledim. Ve yola koyuldum.
Eski Foça'ya tam 170 km kadar yolum vardı. Nasıl bitireceğim diye düşünüyordum. Aslında planım Cunda'da tek gün ve Aliağa'da tek gün olaraktı. Ama Cunda'da 2 gün kalınca plan bozuldu. Ve hastaydım, daha kötü olmadım iyiki... Sarımsaklı'dan geçip Dikili'ye varmıştım, Sarımsaklı her zamanki gibi kalabalık, boğuk ve sıkıcı bir yer...
Dikili'ye girdim ve sahil şeridini izledim inanılmaz manzaralar vardı, güzel koylar vardı. Bol bol resimler çektim vidyolar çektim..
Testere gibiydi yollar in çık, in çık. Artık ciddi anlamda yorulmuştum, yemek yememiştim. Bu arada sanırım Türkiye'nin en güzel manzaralı Şok marketinden alışveriş yaptım :D Daha sonra nihayet Çandarlı'ya ulaşmıştım. İnişte inanılmaz bir güzelliğe bakarak indim.
Çandarlı'yı çok beğendim. Güzel evleri, güzel kızları ve güzel insanları olan bir yerdi :) 
Çandarlı'da en baştaki kafede gözleme ve Sprite içtim, gözleme harikaydı tavsiye edebilirim herkese. Ama biraz pahalıymış :) Çandarlı'dan çıkışta acayip bir rüzgarla karşılaştım, küfür ede ede gidiyorum. Rüzgar beni araçların geliş yönüne savuruyor artık çıldırmak üzereydim. Neyseki kazasız belasız atlattım bu yolu. Aliağa'ya doğru koyuldum yola. Yollar fena değil, emniyet şeritleri geniş. Kamyonlar çok, ama benim için önemli olan emniyet şeridi idi. Hiç sıkıntı çekmeden o yolu da atlattım. Ve pil aramaya başladım, bir benzinlikte Duracell pil olmaz mı?! Yok arkadaş bulamıyorum pil, gerçi pil var ama biterse diye çekiniyorum. Çünkü akşam saatine kaldım. Eski Foça sapağına girdim sahil yolundan gitmedim. Çünkü uçurumlar varmış ve akşam olduğu için çekindim biraz. Bol bol gazinoların olduğu yollardan gidiyorum. Araçlar çok saygılıydı, hiç birisi yakın geçmedi. Bir köye girdim okulun bahçesini kapatmışlar 500 kişi vardır diye düşünüyorum herkes kadın çocuk halay çekiyorlardı ben bu kadar kalabalık bir halay grubu görmedim. Artık Eski Foça'ya son 2 tırmanış kalmıştı %10 eğimleri atlattıktan sonra muazzam bir manzara ve lazer gösterisi karşısında Eski Foça'ya tepeden bakıyordum.
İnerken çok hızlı indim artık bir an önce uyumak istiyordum, ve sonunda kamp alanına vardım. Abdullah abi çadırı kurmuştu. Biraz oturdum ve direk uyumaya gittim. Sabah yine erkenden kalktık. Eski Foça'ya gittik. Kahvaltı yaptık. Bu arada 30 Ağustos kutlamaları için askerler gelmişlerdi. Hepsi rütbeli askerlerdi.. Kahvaltıdan sonra sahilde turladık daha sonra kamp alanına döndük, denize girdik bu sefer pek yüzmedik. Çünkü zamanım kısıtlıydı.
Artık İzmir'e varıp, güzel Karşıyaka'mı görme vaktiydi. Sabırsızlanıyordum, görmeden sevdiğim nadir yerlerden birisiydi Karşıyaka.. Yolculuk vakti gelmişti. Bu sefer Abdullah abiyle tam olarak ayrıldık. O Muğla'a kadar gidecekti. Eski Foça merkeze indim kestirme bir yol varmış, yine %10 tırmanışı yaptım ama bu seferki daha kısaydı.
Bu arada tırmanışta bir amcayla karşılaştım, emekli doktormuş ve Bakırköy'de yaşıyormuş.. Tebrik etti beni. Teşekkür ettim, yola koyuldum. Tırmanışlar bitti, ancak rüzgar bu sefer yandan esiyor ve beni yolun dışına itmeye çalışıyor, çıldırmak üzereydim. Yine bol bol küfür ediyorum. Düğün olan köye vardım orada kavun satan birisi vardı. Beni davet etti kavun yedim, ondan kestirme bir yol öğrendim. O yol sayesinde Seyrek-Günerli üzerinden Ulubeyli'ye kadar gittim ve İzmir'e doğru yöneldim, hem trafikten, hem de rüzgardan kurtuldum bu yol sayesinde.. İzmir Çiğli'de idim artık, gördüğüm bir bisikletliye Karşıyaka sahili sordum, o da tarif etti bisiklet yoluna gelmiştim artık.. Karşıyaka'ya aşık olmuştum, inanılmaz hoşuma gitti...
Hala aklımdan çıkmıyor. En kısa sürede yine oraya gelmek istiyorum... Yavaş yavaş sahilden Otogar'a doğru pedalladım . Hiç bitmesin istiyordum Karşıyaka sahil yolu.. Çimlerde oturanlar, içenler, öpüşenler, koklaşanlar.. Güzeldi herşey. Ama her güzel yol gibi o yol da bitmişti, artık Otogar'da idim. Bilet için ilk olarak Pamukkale'ye gittim bilet var mı? Baktılar.. Yok. Truva'ya gittim. Bilet var mı? Var ama bisikleti alırlar mı bilmem. Tamam istemiyorum o zaman dedim. Son olarak İstanbul Seyahat'e gittim. Bilet var mı? Var. Ama benim bisikletim de var. Almamazlık etmezler değil mi? Yok hayır sorun olmaz. Tamam o zaman alıyorum bileti. Bileti saat 23:00'a aldım. Otogar'da bir yerde Kumru yedim ve birde güzel değişik bir soda içtim. Otobüs saatine 3 saat vardı bekle bekle bekledim. Ve saat geldi. Otobüse bisikleti yerleştirdim. Otobüse bindim. Artık yolculuk vaktiydi.. İstanbul'a dönüyordum. Bitmişti bu güzel tur... Güzel İzmir hep aklımda kalacaksın, gelecek yaz yine görüşeceğiz..

Bu yazıyı yazmamda etkili olan karşılaştığım herkese teşekkür ederim. Yaz yaz diye ısrar etmeselerdi. Sanırım yazmayı düşünmüyordum..
Umarım gelecek yaz kaldığım yerden Antalya'ya kadar devam edebilirim... Bisiklet hayattır!